Ana Sayfa Künye Sitene Ekle
Kullanıcı Adı : Şifre : Şifremi Unuttum Yeni Üyelik
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri Tüm Yazarlar
bir ömür; Ahmet Yaşar Hocaefendi
Trabzonda İslam’a ve ilme adanan bir ömür; Ahmet Yaşar Hocaefendi. Yokluklar ve Yasaklar içinde geçen bir ömür ve Trabzon'un yetiştirdiği önemli alimlerden biriydi
OF'UN BÄ°R ALÄ°MÄ° DAHA RAHMETÄ° RAHMANA DOÄžRU YOLA ÇIKTI, ALLAH  YOLUNU AKIBETÄ°NÄ° AÇIK EYLESÄ°N
YERÄ°NÄ° DOLDURMAK Ä°ÇÄ°N Ä°NSANIMIZA RABBÄ°M AZAMÄ° GAYRET GÖSTERMEYÄ° NASÄ°P EYLESÄ°N.
 
Ä°lim ehli bir ailenin evladı olarak 1934 yılında Trabzon'un Of ilçesinin Ballıca köyünde dünyaya geldi.
Dört yaşında Kur'an-ı Kerim okumaya, altı yaşında Arapça ve dini eÄŸitim tahsiline baÅŸladı.
Bölgesindeki Süleyman Sula, Süleyman Çıkrık gibi meÅŸhur hocaefendilerdn ders okuyarak Muhammed Sula Hocaefendi'den 18 yıl süren eÄŸitimini tamamlayıp icazetini aldı.
 
Askere gitmeden evvel hafızlığa baÅŸladı ve tamamladı. 1959 yılından 1977 yılına kadar 18 yıl boyunca yüzlerce talebe okuttu. 1960 Yılında GümüÅŸhaneli Dergah'ına mensup NakÅŸibendi Tarikatı ÅŸeyhlerinden Trabzonlu Hacı Abdurrahman (BeÅŸikçi) Efendi ile tanışarak Tarikatı NakÅŸibendiye'ye intisap etti. Hacı Abdurrahman Efendi'nin 1972 yılında vefat etmesi üzerine aynı vazifeyi devam ettirmeye baÅŸladı. 1979 yılında Yavuz Selim Vakfı'nın kurulmasına vesile oldu. Hocaefendi 1977 yılından bu yana; baÅŸlattığı dersleri hastalanıncaya kadar devam ettirdi.
 
---------------
MERHUM HOCAMIZLA YAPILAN BÄ°R ROPÖRTAJ
 
Of’un yetiÅŸtirdiÄŸi deÄŸerli din alimlerinden Ahmet YaÅŸar Hocaefendi dün gece hakka yürüdü. Ä°ÅŸte Hocaefendinin kendi ropörtajından hayatı ve ilim mücadelesi
 
6 Åžubat Pazar günü eÅŸini kaybeden Ahmet YaÅŸar Hocaefendi dün gece vefat etti.
 
Of’un yetiÅŸtirdiÄŸi deÄŸerli din alimlerinden olan ve 80 yıllık ömrünü ilme adayan Ahmet YaÅŸar Hocaefendi’nin  kendi ropörtajından hayatı ve ilim mücadelesi…
 
 
1936 yılında Of’un Ballıca Mahallesi’nde dünyaya gelen Ahmet YaÅŸar Hocaefendi, küçük yaÅŸlarda ilim tahsiline baÅŸlamış ve icazet aldığı 1959 yılından itibaren birçok talebe ve ilim adamının yetiÅŸmesine vesile olmuÅŸtur.
 
“Mesuliyetimiz Rasûlullah Efendimizin mirasını kökleÅŸtirmektir.” düsturuyla, Kur’an ve Ä°slam davasını ülkemizin her köÅŸesinde anlatmak için bir ömür her türlü çileye ve meÅŸakkate katlanmıştır. 
 
1960 yılında NakÅŸibendi meÅŸayıhından GümüÅŸhanevi dergâhına mensup Hacı Abdurrahman BeÅŸikçi Efendi ile tanışan Ahmet YaÅŸar Hocaefendi, hocasının vefatı olan 1972 yılından itibaren aynı vazifeyi devam ettirmiÅŸtir. 
 
1979 yılında Yavuz Selim Vakfı’nın kurulmasına öncülük ederek ülkemizin her köÅŸesinden Trabzon’a gelen binlerce üniversite öÄŸrencisinin barınmasına, yetiÅŸmesine ve hizmetine vesile olan Ahmet YaÅŸar Hocaefendi, yarım asrı aÅŸan irÅŸat ve sohbet vazifelerinin yanında Hocaefendi’nin; 
 
Akâid Sohbetleri 
Ölümde Gömülü Hayat 
Çam Kozalağındaki Sır 
Siyah Ayna 
Ä°lim Nuruyla Kemale Ermek 
Varlık Dairesinin Kalbi 
Hulasatu’l Âbidin isimli eserleri bulunmaktadır. 
 
 
 
Merhum Ahmet YaÅŸar Hocaefendi’nin cenazesi 9 Mart 2016 ÇarÅŸamba günü öÄŸle namazını müteakip Trabzon Merkez Ä°skender Pasa Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Of Ballıca Mahallesi’nde aile kabristanlığına defnedilecektir.
 
 
 
Hocaefendinin Abdurrahman Kaya ve Murat Ustakurt’ verdiÄŸi ropörtajında hayatını ve din mücadelesini ÅŸöyle anlatmaktadır.
 
Ä°ÅŸte Ahmet YaÅŸar Hocaefendinin hayat hikayesi;
Muhterem Hocam sohbetimize tahsil hayatınıza adım attığınız günlere giderek baÅŸlayalım. O dönemdeki imkânlar, hocalarınız… Bu hususlarda bizleri bilgilendirebilir misiniz?
 
Evet. Of’un Ballıca (Melinos) köyünde ailenin tek erkek evladı olarak dünyaya geldim. Babam ilme ve ilim ehline hürmet ve hizmeti olan ve birçok müderris yetiÅŸtirmiÅŸ bir aileden geliyordu. Çok iyi derecede Arapça ve Farsça lisanlarını biliyordu. Tahsil hayatıma ilk adımı onunla attım. Dört yaÅŸlarımda hasta yatağında yatarken bana Kur’an okutmaya baÅŸladı. BeÅŸ yaşıma geldiÄŸim vakit Kur’an-ı Kerim’i yavaÅŸça okumaya baÅŸlamışım. Ben altı yaşında iken de babam rahmetlik oldu. Biz dördü kız olmak üzere beÅŸ kardeÅŸ annemizin korumasına kaldık.
 
Tam bir Osmanlı hanımefendisi olan annem ilme çok meraklı olduÄŸundan bizi okutmaya azami gayret sarf etti. Bizim dedemizin babası da müderris olarak hayatını geçirdiÄŸi için evimizde bir oda dolusu kitap vardı. Annem bu kitapların sahipsiz kalmasını istemiyordu. Ama maalesef dedemin kitapları o devirlerdeki baskılar yüzünden evden kaçırıp gizledikleri yerde olumsuz ÅŸartlar sebebiyle tahrip oldu, bir kısmı ise emanet alanlar tarafından geri getirilmedi ve bu kütüphaneden bana hiç bir kitap kalmadı.
 
Gerek annem gerekse diÄŸer bazı köylüler okumamız için Dernek nahiyesinden Süleyman ÇIKRIK isminde bir Hocaefendi’yi getirdiler. Bu arada ilim tahsil eden beÅŸ arkadaÅŸ olduk.
Köyümüzün medresesi (Melinos Medresesi) Trabzon’daki ilk medreselerden. Çok sayıda âlim yetiÅŸmiÅŸ buradan. Bizim okumaya niyet ettiÄŸimiz yıllarda çok harab bir haldeydi. Malum, dinî tahsil yasak. Medreseler kapatılmış, harab-bîtab. Biz Medreseyi neredeyse baÅŸtan aÅŸağı onardık. DöÅŸemeleri kendi imkânlarımızla yenilemeye çalıştık. Fakat geniÅŸ imkânlar yoktu o zaman. Hiç unutmam bazı zamanlar ders yaparken alttan gelen rüzgâr yerdeki kilimi hareket ettirirdi. O günkü ÅŸartlarda elimizden bu kadar geliyordu.
 
Süleyman ÇIKRIK Hocaefendi’den sonra köyümüze Çaykara’nın HopÅŸara köyünden meÅŸhur müderris Süleyman SULA Hoca’yı getirdiler. Kur’an-ı Kerim, biraz tecvit ve sarf derslerini ondan okuduk. Bu arada hocamızın hanımı rahmetlik oldu ve hocamız, çocukları küçük ve annesiz kaldığı için, mecburen köyüne döndü.
 
 
 
Bu iki hocamızın köyden ayrılmasından sonra köylü bizleri okutmak için ne kadar hoca aradılarsa da bulmaya muvaffak olamadılar. Buldukları hocaların bazıları geldi fakat kısa bir müddet sonra köyden ayrıldılar. Bunun üzerine köyün ileri gelenleri tekrar Süleyman SULA efendiye ısrar etmek üzere HopÅŸera’ya gittiler. Bu arada Süleyman Hocaefendi kendi köyünde ders okutmaya baÅŸlamıştı. Bu sebeple talebelerini bırakamayacağını söyledi. Ve gelenlere Åžur köyünde Muhammed SULA isminde bir Hocaefendinin çok iyi bir âlim olduÄŸunu ve yasak dönemlerde 19 sene Kars’ın Pendivan köyünde hocalık yapıp orada birçok talebe okutup bir kaç tanesini de icazet alacak seviyeye kadar getirdiÄŸini, eÄŸer bu hocayı alabilirseniz bu çocukları okutabilirsiniz, der. Ve hocanın ÅŸu anda Kars’tan izine geldiÄŸini belki de hala geriye dönmemiÅŸ olabileceÄŸini söyleyerek hemen Åžur köyüne gitmelerini ve hocayı aramalarını söyler.
 
Muhammed SULA Hoca ile Tahsil Hayatı
Tâbii ki bu günler fetret dönemleri idi. DeÄŸil Arapçanın elifbanın dahi okunmasının yasak olduÄŸu günlerdi. Bu sebeple köylüler biz bunları nasıl okuturuz diye meÅŸveret ettiler ve bazen yatsı namazından sonra bazen sabah namazından sonra deÄŸiÅŸik evlerde ve saatlerde büyük çile ve meÅŸakkatler içerisinde hocamızın fedakârlıkları ile okumaya baÅŸladık.
Hocamızın yaptığı bu fedakârlıklara karşı çevre komÅŸulardan bazıları hasetlik ettiler, kimileri hocamızı karakola ÅŸikâyet ettiler, kimileri de biz hoca tutacağız da filâncılar mı okuyacak öyleyse biz hoca tutmayalım kararına vardılar.
 
Hocamıza 5 lira aylık veriliyordu. Annemiz bu iÅŸe tahammül edemeyip yine ders okuyan 5 talebenin velilerine giderek ben kimsesizken hocanın aylığının 1 lirasını veririm der. Bunun üzerine diÄŸer talebe sahipleri de ‘Biz de 1 er lira verelim de hocayı göndermeyelim.’ derler. Hocamıza ısrarla bu teklifi kabul ettirirler. Bunun üzerine hocamız mahalledeki medresede kalarak vazifesine devam eder. Derslerimizi belli zamanlarda evimizin yanındaki seranderin altında yeraltı gibi bir odada hocamızla beraber okumaya baÅŸladık. Bir müddet burada derslere devam ettik. Daha sonra derslerimizi medresede okumaya baÅŸladık.
 
Kendisi ilim yolunda çok gayretli bir hocaefendi idi. Bizlere ders verdiÄŸi müddetçe (hemen hemen 20 sene) belki de köyden dışarı hiç çıkmamıştır. Of’a dahi inmemiÅŸtir. Cenaze namazlarına bile “Ä°lim farz-ı ayındır; cenaze ise farz-ı kifayedir.” diyerek gitmediÄŸine ÅŸahidim.
 
Hocamızın icazet vermesi ile on yedi sene süren ilim tahsilimizi tamamladık. Fakat ilmi tahsilinin sonu olmadığı için bir yandan ilim tahsiline devam ederken bir yandan da köyümüzün orta mahallesinde fahri imamlık görevine baÅŸladık. Bu arada Hocamız rahatsızlandı. Fakat yine de medreseden ayrılmak istememiÅŸti. “Ben talebelerimin arasında ölmek isterim.” derdi. O günlerde okuttuÄŸu talebeleri de bize gönderdi. Ä°lk dönem orta mahallede dört sene talebe okuttum. Ä°ki sene köyümüzde hizmetten sonra köy halkının talebeye karşı hasetlikleri sebebi ile köyden ayrılmaya ve YemiÅŸalan köyüne gitmeye mecbur kaldık. Burada üç sene ders okuttuk. Buradan tekrar ilk vazife yerim olan orta mahalleye döndüm. Burada okuttuÄŸumuz talebelere icazet verdim. Orta mahallede beÅŸ sene kaldıktan sonra Of’un Çamlı Kaban mahallesinde de beÅŸ sene kalarak talebe okuttuk. Buradan tekrar YemiÅŸalan köyüne dönerek iki sene hizmet ettim.
 
 
 
Sıkıntılı Günler
O günler dinî tahsile kesinlikle göz yumulmayan günler. Jandarma kimseye nefes aldırmıyordu. Ders yaptığımız zamanlar her zaman bir baskın yiyeceÄŸiz diye endiÅŸe içerisinde olurduk. Köyümüzün bazı tepelerinde nöbetleÅŸe beklerdik. Yolda bir atlı görecek olsak hemen birbirimize haber salar. Tedbir almaya baÅŸlardık.
 
Bu husustaki bir hatıramı anlatayım: nöbetçiler vazifesini tam yapmamış olacak, bir seferinde baskına uÄŸradık. ArkadaÅŸların kimi kapıdan kimi pencereden kaçtı. Ben hiçbir yere gidemedim. Memurlar içeri girdiler. Baktılar, zabıt tuttular. Hocayı götüreceÄŸiz dediler. Köylü bu iÅŸe razı olmadı. Onlar da epey ısrarcı oldular. Bizim mollalardan bir hacı Ahmet vardı. “Siz hocayı illa götürecek misiniz! Götürün ama önce ÅŸu pencereden dışarıya hele bir bakın” dedi. O devirde talebelerin dikkatleri dağılmasın diye medreselerin pencereleri dışarıdan yapılırdı. Onun için memurların dışarıdan haberleri yok. Bir de baktılar ki bütün köylü kapıda. Kalabalık onları caydırdı. Fakat yine de hemen pes etmediler. Her birimizden birer Of kabağı istediler. Bizler de getirdik, aldı gittiler. Unutmam ben o zamanlar akranlarıma göre küçüktüm. Kabağı zor taşımış hatta yere düÅŸürmüÅŸtüm.
 
En çok sıkıntı çektiÄŸimiz mevzulardan biri de kitaptı. O devirlerde bu günkü gibi rahat kitap bulmak yoktu. Ders okurken on beÅŸ kiÅŸiye bir kitap düÅŸüyordu. Biz de kitabı alır on beÅŸ günlük dersimizi yazar diÄŸer arkadaÅŸa verirdik. Gündüz ders var mecbur gece yazardık tabi. Yazardık da gaz yok, ışık yok. Biz de ormandan çalı çırpı toplar, yakar onun ışığından istifadeye çalışırdık. Bir gün yine böyle kitabı aldım. Gece ateÅŸi alevlendirdim yazmaya baÅŸladım. Ama ateÅŸ hemen sönüyor. Bir daha… bir daha… ateÅŸ alevlenip sönüyor. Yan tarafımızda oturan yaÅŸlı bir nine vardı. Allah rahmet eylesin. Pencereden beni görmüÅŸ. Zeytinyağıyla çalışan bir lamba getirdi bana. Bir gecede on beÅŸ günlük dersimi yazmıştım. O gece ne kadar sevinmiÅŸ o neneye ne kadar dua etmiÅŸtim anlatamam.
 
 
 
Tasavvufi Hayatla Tanışma
Köyümüzdeki hocamız Muhammed SULA Efendi maneviyat ehline çok saygılıydı. Bize tasavvuf ehlinin hallerinden çok bahsederdi. Biz de çok küçük ve genç yaÅŸta olduÄŸumuz için Hocamıza bir ÅŸey soramayıp etraftaki yaÅŸlılara sorup öÄŸrenmek isteyince Of’un TaÅŸhan nahiyesine baÄŸlı Mapsona köyünde Hacı Ahmet Efendi isminde bir nakÅŸî ÅŸeyhinin bulunduÄŸunu ve kâmil insan olduÄŸunu anlattılar. Köyümüzden o köye yaya olarak üç saatte gidilirdi. Biz de hafif kar yağışı altında BeÅŸ talebe arkadaşımla TaÅŸhan nahiyesine oradan cüz’i hediyeler alarak bir Cuma günü Hocaefendinin köyüne vardık. Evini soracağımız an üsten aÅŸağı beyaz sakallı yaÅŸlı bir zatın geldiÄŸini görünce arkadaÅŸlardan onu tanıyan birisi, iÅŸte hoca efendi dedi. Elini öptük. O da: ‘Cumaya gidecektim, belki misafirlerim gelir dedim. Onun için bekliyordum.’ dedi ve bizimle evine döndü. Elimizdeki küçük hediyeleri getirmeye utanıyorduk. O da Rasûl-i Ekrem Efendimizin “Hediye makbuldür ne kadar az olursa olsun.” Hadis-i Åžerifini okudu. Cuma namazına gittik. Dönünce evinde ilk olarak ona intisap ettik, bir müddet böyle devam ettik.
 
Zaten bizim zamanımızda Of’ta yerleÅŸmiÅŸ bir NakÅŸî geleneÄŸi vardı. Yusuf Efendi, FerÅŸat Efendi, Kalamor Mehmed Efendi, Åžeyh Ä°smail Efendi… Bizim bölgenin eski hocaları. Hemen hepsi GümüÅŸhanevî Dergâhından yetiÅŸmiÅŸti diyebilirim.
 
Hocamız Hacı Muhammed Sula Efendi de, merhum Hacı Abdurrahman Efendi’ye baÄŸlı idi. Bizim icazete bir kaç gün kala Hacı Abdurrahman Efendi’yi icazete davet etti. Medresede devrin âlimleri ve büyük zatlar ile sohbetler oldu. Ä°kindi namazını kıldıktan sonra hocamız Hacı Abdurrahman Efendi’ye “Benim gücüm yettiÄŸi kadar maddî ilmi bunlara tamamlamak için say-ı gayret gösterdim. Maneviyatlarını da sana teslim ediyorum.” dedi. Mezun olacak olan 45 arkadaşımızla bir halka halinde intisab biati yapıldı. Böylelikle irtibatımız baÅŸladı.
Çok zaman geçmeden, Orta Mahalle camiinde ilk görevde iken, birde baktık ki hiç habersiz akÅŸama yakın bir vakitte birisi medreseye doÄŸru geliyor. Hacı Abdurrahman Efendi olduÄŸunu anlayınca karşıladık. Üç gün medresede bizimle kalıp çevreye kadın-erkek sohbetler verdi. NeÅŸr-i tarikat etti. Oradan kendi hanemize geldik. Bir-iki akÅŸam evde kaldık. Ondan sonra o bizlere gelir biz de devamlı ziyaretine giderdik.
 
Tekrar bir sefer de Of’a geldi. Ä°lkbahar idi. Evin bahçesinde oturduk, letaif derslerini bize bir armut aÄŸacının altında tarif ve tavsiye etti. “Çalışın, akÅŸamleyin eve gelince de insanlara Hakka giden yolu tarif edip mana yolunda rehberlik yapın” deyince, bizim haddimiz deÄŸil bunu nasıl yürütebiliriz diye düÅŸünürken buyurdular ki: “Bir insan 40 günde kesbi kemâlât kazanır da bu kadar ilme hizmet eden niçin kazanmasın. Bizim yolumuz Kur’an, Sünnet yoludur. Kur’an, Sünnet yolunda da ilimsiz muvaffakiyete varılmaz. Allah yardım eder siz gayret edin” der. Ve arkasından insanlara zikir dersi vermek ve yardımcı olmak için bir icazetname yazmış ve bizlere dualarda bulunmuÅŸ. Biz de onlara hayatımız boyunca gösterdikleri yolda menfaat gözetmeden say-ı gayret edeceÄŸimize söz verdik. Hayatta olduÄŸu müddet sohbetlerine ve ziyaretlerine elhamdülillah devam ettik. Ä°nÅŸaallah son nefesimize dek kapılarında nöbeti devam ettirip ebedi hayatta da komÅŸuluÄŸunda bir araya toplanmayı Mevlâ nasip eder.
Muhterem Hocam sohbetimizin bu kısmında Hakka ulaştıran yollar hakkında okurlarımızı bilgilendirir misiniz?Hocam tasavvuf nedir, nasıl doğmuştur ve tasavvufu nasıl anlamalıyız?
 
 
 
Tasavvuf; Rasûl-i Ekrem Efendimizin güzel ahlakı ile ahlaklanmak, güzel amelleri gibi amellerde bulunmak ve hayatını Rasûl-i Ekrem’in hayatı gibi tanzim ederek yaÅŸamaya gayret etmektir.
 
Allah Teala hazretleri Kur’an-ı Kerim’de bizlere Peygamberimize uymayı emredip buyurmuÅŸtur ki “Ey Habibim onlara de ki Allah’ı severseniz bana tabi olun ki; Allah da sizleri sevip günahlarınızı affetsin.” (Al-i Ä°mran-31)
 
Cenab-ı Allah bütün insanlığın dünya ve ahiret saadetine kavuÅŸması için ve insanlığın cennet âleminde Cemal-i Ä°lahiyi seyretmeye kavuÅŸması için Peygamberimiz (s.a.v)’i canlı bir kitap gibi bizlere göndermiÅŸ ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de insanlığa örnek olmuÅŸtur. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz hayatı boyunca Allah Teala ona neleri emretmiÅŸ ise onları yaÅŸamış, neleri de yasaklamışsa onları terketmiÅŸ ve hayatımıza tatbik edeceÄŸimiz hususlarda hiç bir ÅŸeyi eksik bırakmamıştır. Ashabı da ona tamamıyla tabi olmuÅŸtur.
Saadet asrı diye adlandırılan bu asırda Ä°slâm bütün hükümleriyle yaÅŸanıyordu. Bu sebeple günümüzdeki gibi Tasavvuf ehli olanlar veya olmayanlar diye deÄŸiÅŸik zümreler bulunmuyordu. Zira Asr-ı Saadette Ä°slâm’ın bu günkü gibi tasavvuf veya Åžeriat denilen ayrı ayrı kısımları bulunmuyordu. Ben Müslümanım fakat Tasavvuf ehli deÄŸilim veya ben Müslümanım ama ÅŸeriat ehli deÄŸilim gibi laflar veya düÅŸünceler de mevcut deÄŸildi.
Böyle bir mükemmellik içerisinde Ashabı Kiram tarafından Ä°slam Dini yaÅŸanırken mü’minlerin baÅŸka bir araÅŸtırmaya da ihtiyaçları olmuyordu.
 
 
 
BeÅŸeriyetin önderi Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz dünyadan ayrıldıktan sonra mü’minler onun güzel ahlaklarından ve sünnet yolundan zaman içinde sapmaya baÅŸladılar.
Meydana gelen bu eksiklikleri seyreden ulema ayet ve hadislerin ışığında insanları takvaya, sünnete ve güzel ahlaka davet etmeye ve yeniden sünnet yolunu ihya edecek olan eÄŸitim müessese­lerini kurmaya baÅŸladılar.
 
Bu sebeple iki ayrı müessese meydana geldi ve iki ayrı isim meydana çıktı. Tasavvuf ehli olanlar ve tasavvuf ehli olmayanlar gibi. Bu durum birçok yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdi ve mü’minler arasında tasavvuftan uzak kalanlar, “Ben Müslümanım fakat tasavvuf ehli deÄŸilim” gibi yanlış ifadelerde bulunmaya baÅŸladılar.
 
Daha sonraları ÅŸeriatın ahkâmını terk edip yaÅŸamayanlar da, “Ben Müslümanım fakat ÅŸeriatçı deÄŸilim” diyerek üçüncü bir ayrılığı baÅŸlattılar.
 
Neticede sanki birbirinden ayrıymış görünen hâlbuki aynı ÅŸeyin farklı ifadeleri olan bir takım isimler meydana çıktı.
 
Evet, Ä°slâm’da tasavvuf ve ÅŸeriat ayrılığı diye bir ÅŸey böylece baÅŸlamış oldu. Böylelikle mü’minler Ä°slâm’ın tevhid akidesinin dışına çıkarak tevhid akidesini parçalamış oldular. Neticede yüce Peygamberimiz (s.a.v)’in “Ayrılık helak olmaktır.” hükmünün hakikati de zuhur etmiÅŸ oldu.
 
Müslümanlar bu tavırlarından dolayı helake doÄŸru sürüklenip periÅŸan bir hale düÅŸtüler. Birbir­lerini ithama ve tenkide baÅŸladılar. Hıristiyanlara bile imandan pay vermeye kalkan bazı müslümanlar birbirlerine karşı ÅŸefkat ve merhameti bırakıp tenkit ve ithamlara baÅŸladılar. Ve aralarındaki baÄŸları kopararak birbirlerinden uzaklaÅŸtılar
Hâlbuki akidemiz bize kâfirlere karşı ÅŸiddetli olmamızı, mü’minlere karşı ise ÅŸefkat ve merhametli olmamızı ve hepimizin Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamızı emretmekte idi.
Bu hususu önemine binaen tekrar edelim.
 
Åžeriat her noktada başı çekmektedir. Tarikatın ölçüsü de ÅŸeriattır. Kur’an ve Sünnettir.
Efendimizin akvali, yani Cenab-ı Hakk’ın vahiy ile bildirdiÄŸi O’nun da bizlere tebliÄŸ ettiÄŸi emir ve yasakları ÅŸeriattır.
 
Rasûlullah’ın bu vahiy doÄŸrultusundaki hal ve hareketleri yani bilginin hayata tatbik edilmesi tarikattir.
 
Efendimiz’in Ä°slâm’ı yaÅŸayış tarzı, yani O’nun hali hakikattir.
Ve nihayetinde kulluk sermayemizin başı Allah’ı bilmektir ki; bu da marifetullahdır.
Bu yolların her birine bütün olarak Sırat-ı Müstakim denilir ki bunların ayrı ayrı düÅŸünülmeleri mümkün deÄŸildir.
 
Hocam, az evvel de ifade ettiÄŸiniz gibi bozulmaların baÅŸladığı tarihlerde bir takım ilim ehli ortaya çıktı ve insanları takvaya daveti kendilerine vazife bildiler. Bu hareket insanlar için rehberin ne denli ehemmiyete sahip olduÄŸunun bir misalidir. Takva yolunda rehberin, yol göstericinin, diÄŸer bir ifade ile mürÅŸidin konumu nedir?
 
Evet, bazıları mürÅŸide ne ihtiyaç vardır derler, hâlbuki yolu bilmeyen bir insana yolu bilen birinin yol göstermesi veya tarif etmesi zaruridir. Bu zaruretten dolayıdır ki Cenab-ı Allah insanlara peygamberlerini yollamıştır.
 
Cenab-ı Allah Hz. Musa (a.s)’ı Hızır (a.s)’dan ilim tahsil etmeye göndererek bilenlerden faydalanmamız gerektiÄŸini bizlere örnek olarak göstermiÅŸtir.
 
Yine Mirac’a giderken Cebrail (a.s)’ın Peygamber (s.a.v) Efendimize yol göstermesi de buna bir baÅŸka misaldir.
 
MürÅŸid denilen kiÅŸinin de ilimle mücehhez olarak Åžeriat, Tarikat, Hakikat ve Marifetullah ilimlerini bilmesi lazımdır. MürÅŸid bu ilmiyle beraber bilmeyenlere yol gösterir. Tasavvufu daima ilmî olarak deÄŸerlendirmeliyiz. Bir konuda ilimden uzaklaşılması oraya heva ve hevesin girmesine sebep olur.
 
Hocam bu safhada biat meselesine de temas eder misiniz?
MürÅŸide biat meselesi ÅŸöyledir: Bir insan araÅŸtırarak bulduÄŸu mürÅŸidin ilmine itimat ederek mürÅŸidden faydalanmak isteyince, birbirleri ile manevî bir irtibat kurmak ve kardeÅŸlik baÄŸlarını kuvvetlendirmek için birbirleri ile kardeÅŸlik biatı yaparlar.
Peygamber (s.a.v) Efendimizin Muhacirlerle Ensar arasında kardeÅŸlik biatını emrettiÄŸi ve onların da birbirlerine seni dünya ve ahiret kardeÅŸliÄŸine kabul ettim diyerek biat ettikleri gibi mürid, ÅŸeyhinin göstereceÄŸi yolda yürüyeceÄŸine, mürÅŸid ise ayet ve hadislerin ışığında ona yol göstereceÄŸine söz vererek birbirleri ile bir anlaÅŸma yaparlar.
 
Bu anlaÅŸma, söylendiÄŸi ve herkesin de zannettiÄŸi gibi kayıtsız ve ÅŸartsız deÄŸildir. Bilakis Kur’an ve sünnetle kayıtlı ve ÅŸartlıdır. Bu sebeple mürÅŸid de bir beÅŸer olarak yanıldığı vakit mürid onu ikaz etmek mecburiyetindedir.
 
Mürid, mürÅŸidini hatasından dolayı ikaz etmezse asilerden olur. Çünkü Emr bil maruf ve nehy anil münkeri terk etmiÅŸtir. MürÅŸid Kur’an ve Sünnet yolundan ayrılıp bidat yoluna kasden girerse ve müridlerinin ikazlarına raÄŸmen hatasından dönmezse mürid mürÅŸidi ile arasındaki biatı bozarak Kur’an ve Sünnet yolunda yürümeye devam eder. Yoksa bazılarının dedikleri gibi yapılanda hikmet aramak yanlış bir davranış olur.
 
Konusunda kemâlât sahibi olan bir ilim sahibinden faydalanmak; birçok ilim sahibinden faydalanmaktan daha kolay olduÄŸu için bir mürÅŸide ittibada faydalar görülmüÅŸtür.
Sohbetin sonuna yaklaşırken, üzerinde oldukça söz söylenen ve tasavvuf yolunda da mühim bir yere sahip olduÄŸu bilinen rabıta meselesi için neler söylenebilir?
 
Rabıta hakkındaki meseleleri çözmek için rabıtanın gerçek manasını öÄŸrenmeliyiz. Kısaca ifade etmek gerekirse rabıta bir muhabbet bağıdır. Çünkü muhabbet insanı sevdiÄŸine kavuÅŸturur. Allah için gönül bir yere baÄŸlı olursa o muhabbet ÅŸahsa deÄŸil Allah’a olur. Peygamberimiz (s.a.v) “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buÄŸz etmektir” buyurmuÅŸtur.
 
Sevgi ve muhabbetin devamı için; kiÅŸinin sevdiÄŸini daima hatırda tutması ÅŸarttır. Aslında insanların kalplerinde birçok rabıtalar vardır. KiÅŸi bu rabıtalardan kurtulması için, sevdiÄŸini Allah için sevmeli ve gönlünde tek bir rabıta bulundurmalıdır. Bunu saÄŸlayamazsak yukarıda da belirttiÄŸimiz gibi gönlümüzde birçok rabıtalar meydana gelir.
 
Cenabı Hak Kur’an-ı Kerimde “Ä°nsanları süslenip aldatan ÅŸeyler: nefsani arzuları, kadın, evlat, mal ve makamlarıdır” (Al-i Ä°mran-14) buyurduÄŸu gibi insan bunlara benzeyen ÅŸeylerle ve gönlüne muhabbeti yerleÅŸen diÄŸer ÅŸeylerle rabıta halindedir.
 
Ä°nsan bu bahsedilen rabıtalardan kurtulmak için Allah’ın dostlarından birisini Allah için sevince o muhabbet diÄŸer rabıtaları azaltır. Azalan bu rabıtalar aradan kalkınca Allah için olan rabıta o ÅŸahsı da aradan kaldırır. Vasıtalar aradan kalkınca Cebrail’in Sitre-yi Müntehada artık ben buradan ileri geçemiyorum diyerek Habib ile Mahbubunun arasından çekildiÄŸi gibi, mürÅŸidler de muhabbet tamamlanınca aradan kaybolurlar.
 
Peygamberimiz (s.a.v) “Ä°nsan sevdiÄŸi ile beraberdir” buyurmaktadır. KiÅŸinin sevdiÄŸi, Allah’ı seviyorsa o kiÅŸi Allah yolcusudur. O’nu sevenler de aynı yolun yolcusudur.
 
Aslında rabıta muhabbet demektir. Bütün eÅŸya rabıta halinde yaÅŸar. Bitkilerin güneÅŸ, hava, su ve toprakla rabıtası olmazsa yeÅŸeremez. Bütün mahlûkat da bunlarla rabıta halindedir. Yıldızların güneÅŸle olan rabıtası gibi.
 
Aslında rabıta tevhid yoludur. Bütün mahlûkat birbirine rabtedilmiÅŸ ve bir tevhidi hakikî zuhur etmiÅŸtir.
 
Namazda; cemaatin imama tâbî olması rabıtanın bir ÅŸeklidir. Namazdan sonra imamın, dua ederken cemaatin de yapılan duaya âmin demesi rabıtanın diÄŸer bir ÅŸeklidir. EÄŸer rabıta ÅŸirk gibi hatalı bir ÅŸekilde düÅŸünülürse cemaatle namaz kılan her insan bu hatayı iÅŸlemiÅŸ olurdu. Allah Teala bir Ayet-i Kerimede “Allah’a vasıl olmak için bir vesile arayın” (Maide-35) bir diÄŸer ayeti kerimede ise “Sadıklarla beraber olun” (Tevbe-119) buyurmuÅŸtur.
 
Allah-u Zülcelal’i zikredip muhabbetine nail olan kiÅŸilerin arasında bulunanlara huzur, münafık kâfir ve fasıkların yanında oturanlara ise gaflet geldiÄŸini araÅŸtıranlar kolaylıkla tesbit ederler.
 
ÜÅŸüyen kiÅŸilerin güneÅŸ ışığından faydalandığı gibi isyan dalgalarından kaçıp bir araya toplanan mü’min’ler de birbirlerinin muhabbetinden faydalanırlar.
 
Resullullah (sav) Efendimiz bu sebeble “Cemaat rahmettir” buyurmuÅŸtur. Cemaat olan Mü’min­ler aynaya bakınca aynayı deÄŸil aynada görülenin sıfatlarını müÅŸahade ederler. Ä°nsanlar da Allah’ın sıfatlarının aynasıdır. Allah için bir araya gelenler Allah’ın sıfatlarının tecellilerinden faydalanırlar.
 
Allah’u Teala sevdiklerine bazı sıfatlarıyla tecelli eder. En azından mürnin kullarına hidayeti ile tecelli ederek kalplerini hidayet güneÅŸi aydınlatmaktadır.
 
Allah’u Teala’nın tecelliyatında zaman cari olmadığı için; her zaman karşı karşıya gelen mü’min’ler birbirlerinden manevi feyz alırlar. Mü’minlerin ölümü ile de bu tecelliyat onlardan kesilmez. Onun için kabir ziyaretleri de caiz görülmüÅŸtür. Mü’minler Allah’ın sıfatlarının tecellisine mazhar olurlar. Allah’ın Åžâfî sıfatına mazhar olanlara yaklaÅŸanlara ÅŸifa akseder. Ä°lim sıfatına mazhar olanlara yaklaÅŸanlara ilim akseder. Böylelikle Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarının tecellisine ne kadar çok mazhar olunursa baÅŸkaları o ÅŸahıstan deÄŸil de tecellilerden yani bizzat Allah’ın nimetlerinden faydalanmış olur.
 
Selef ve halef hak mezhepleri rabıtanın caiz olduğunda ittifak etmişlerdir.
Çok sayıda müellif, Müfessir ve muhaddis rabıtayı kabul etmiÅŸtir. Sahabenin icması da bunu isbat etmektedir.
 
Ulemanın ittifakından sonra böyle bir bahse girerek inkârda bulunmak delilsiz bir iddia ve kalb körlüÄŸündendir.
 
Son bir soruyla sohbetimizi noktalayalım isterseniz hocam. Cemiyetimizde Tasavvuf ehli insanların bu yola girdikten sonra adeta kendi kabuklarına çekildiklerine inanılıyor. Tasavvuf gerçekten dünyaya ait iÅŸlerden el etek çekmek midir?
 
Hayır. Tasavvufun başında Rasûl-i Ekrem gelmektedir ve biz de ona ittiba etmekteyiz.
Tasavvufun başında Hz. Ebu Bekirler Hz. Ömerler Hz. Aliler gelmektedir. Bütün tarikatların dayandıkları temel aynıdır ve bunlardır. EÄŸer tasavvuf kendi kabuÄŸuna çekilmek olsaydı Rasûl-i Ekrem cihad etmeyecekti. Bu konuda Rasûl-i Ekrem ÅŸöyle buyurmaktadır: “Ümmetime ruhbanlık yoktur. Ümmetimin ruhbanlığı cihaddır.”
 
Ä°nziva hayatı, kendi kabuÄŸuna çekilmek aslında kolay bir ÅŸeydir. DüÅŸünün, bir kiÅŸi bütün nefsanî arzu ve isteklerinden vazgeçip kabuÄŸuna çekilmiÅŸ. Olay bu deÄŸildir; her ÅŸeyden vazgeçmek için cepheye gideceksin, koÅŸacaksın, malını ve gerekirse canını vereceksin. Esas ruhbanlık, inziva hayatı cihad ile mümkün olur.
 
Åžöylece bitirelim ki aslen Tasavvuf laf deÄŸil hâldir. Onu ancak yaÅŸayan bilir ve ancak yaÅŸayanlardan öÄŸrenilir. Ulema da bu hususta yaÅŸayışları ile örnek olmaya çalışmışlardır. Bu hayat tarzından hissedar olabilirsek gerçek olanı araÅŸtırmaya baÅŸlar ve hakikatleri öÄŸreniriz.
 
http://www.ofhavadis.com/of/islama-ve-ilme-adanan-bir-omur-ahmet-yasar-hocaefendi-h4513.html
Etiketler :
bir - omur - ahmet - yasar - hocaefendi - ilim - ehli - bir - ailenin - evladi - olarak - 1934 - yilinda - trabzon - un - of - ilcesinin - ballica - koyunde - dunyaya - geldi - -
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 YORUM YAPMAK İSTERMİSİNİZ
08-03-2016 07:23
aaaaaaaaaaa
Oy Kullan Sonuçlar
Foto Galeri [ Tümü ]
Video Galeri [ Tümü ]
Kim Kimdir
ISTANBUL
 
Destek: Abdullah Gözaydın
Ana Sayfa Hakkımızda İletişim Site Haritası
 
Tüm hakları saklıdır 2012 ®